7 Nisan 2019 Pazar

Yoksulluk İşaretleri

Oradalar işte, bakışa açık, tekinsiz, tedirginlik kaynağı. Bunlar toplumlarımızın ancak istatistiki veya acıma duygusuna hitap eden tarzda gösterge rejimleri dayatabildiği işaretler. Yırtık bir hırka, çıplak ayaklar, kemikleri gösteren bir deri, çukura batmış gözler, ölen ineğinden kalan buzağıya sarılan bir yaşlı kadın. Belli bir anlamda onlara acıma eşlik etmeden ya da istatistik bir varoluş atfetmeden bakmamızın olanağı yok.

Yükselen gıda fiyatları, azalan gerçek ücretler, artan işsizlik... Bunlar yoksulluk işaretleridir, ancak ve aynı zamanda istatistik verileridir. Öyleyse demek ki, her kapitalist gösterge rejimini (ister istatistiki olsun, ister "insani" olsun) kendisi nazarında değerlendirebileceğimiz bir zemin sunarlar. Ya da kapitalist gösterge rejimlerinin tutarsızlığını değerlendirebileceğimiz bir zemin. Bunun nedeni tercüme etkinliği değildir. Her göstergeleştirme ister istemez bir tercüme etkinliği ya da bir semiosistir. Yani, kendi başlarına henüz gösterge içermeseler bile -ki bu bir derece meselesidir, insani düzeyde ontolojik bir ayrımdan ziyade ifade ile içerik arasında göreli bir bağımsızlık söz konusudur sadece-, çeşitli varlıkları gösterge olarak biçimlendiren bir etkinlik varsayılır burada.

16 Şubat 2019 Cumartesi

Kapitalistik Yersizyurdsuzlaşmanın Kıyısında Bir Paranoya: Takvanın Semiyotikleri

Tanrı bile kötülük ilkesiyle anlaşmayı seçti.
Jean Baudrillard

Uzunca bir müddet ulus-devletlerde somutlanan bir modernite fikriyle ona karşıt bir estetik modernizm fikrine yaslanan avangardın ikili kıskacına sıkışmış olan imgenin politiği, 70’ler sonrası dönemde önemli bir değişime uğramıştır. Bilhassa sinemada propagandatif bir kitle iletişim aracı olmanın ötesine geçerek yaratılması beklenen yeni ufukların nöro-plastiğini taşımaya başlayan imgenin içkin politiği, tüm diğer sanat dallarında da mümkün başka dünyalara özgü varoluşsal olanakları billurlaştırmaya yönelmiş gibidir. 

Öznelliğin Jeodinamik Modeline Doğru: Bir Öznellik Pedagojisi İçin Notlar

Hem sosyal bilimde hem de çağdaş materyalist ve/veya siyaset felsefesinde "öznellik" mefhumu ("kimlik", "özneleşme", "özne" gibi yan mefhumlarla birlikte) çoğun farklı anlamlara gelen, hatta çelişkili de olabilen kullanımlara sahip. Burada benim amacım ise, öznelliğin oluşumunu insani ve insani-olmayanların eş-eyleyicileri (co-actant) olduğu bir jeodinamik süreç olarak yeniden kavramsallaştırarak bir tür öznellik pedagojisi sunmak. Bu sayede de hem bu kavramlar arasındaki ayrımları netleştirmeyi, hem de aralarındaki ilişki ve geçişleri açıklaştırmayı denemek.

2 Ekim 2018 Salı

İki Filin Züccaciye Dükkanına Dalışına Dair: Materyalist Bir Semiyotik Analize Doğru


"Referans noktası büyük dil (langue) ve göstergeler modeli değil, savaş ve mücadele modeli olmalıdır."
Michel Foucault

Yeni bin yıla yirmi yıl eklemek üzereyiz, ama bin yıllık bir esaret gerçekten sona erdi mi? Bugün yapısalcılığın ölümünden bahsetmek sıklıkla tekrarlanan bir teorik jest olsa da bu ölümden gerçekten bahsedebiliyor muyuz? Ölenin ne olduğu bilinmediği için, yası tutulamamış bir ölümün karşısında olduğumuz hissine kapılıyoruz. Yası tutulamadığı için mevzubahis edilemeyen bir ölümün. Amerikan akademisinin "postyapısalcılık" hatta daha da korkuncu "postmodernizm" gibi kof bir tümel yaratarak mevzubahis etmeye çalıştığımız ölümü postmortem bir entelektüel "kaldırım kafesi" sohbetine indirgemesi, ölümün vuku bulduğu muharebe alanını gözlerden saklamak dışında ne işe yarıyor? Bu esaret sona ermek bir tarafa, artık ölü olduğu düşünülen eski Tanrıların, Despotların ve hatta Despot simülakrlarının tekrar ve tekrar, sinsi bir biçimde arz-ı endam ettiği güncelliğimizde hakim olmayı sürdürüyor.